Bir Psikoloğun Meraklı Gözünden: Görme Engelli Bireyler Çevreyi Nasıl Tanır?
İnsan davranışlarını anlamaya çalışan bir psikolog olarak her zaman şu soruyu merak etmişimdir: Görmek, gerçekten anlamak mıdır? Görme duyusuna sahip olmayan bir birey, çevresini nasıl tanır, nasıl algılar, nasıl “öğrenir”? Bu soru bizi, insan zihninin sınırlarını zorlayan büyüleyici bir alana götürür. Çünkü görme engelli bir birey için dünya, gözlerle değil; kulaklarla, ellerle, kalple ve sezgilerle kurulur.
Bu yazıda, görme engelli bir bireyin çevreyi tanıma biçimini bilişsel, duygusal ve sosyal psikoloji perspektiflerinden inceleyeceğiz.
Bilişsel Psikoloji Perspektifi: Beynin Görmeden Öğrenme Gücü
Görme engelli bireyler çevrelerini anlamlandırırken, beynin plastisitesi devreye girer. Beyin, görsel bilgi alamadığında diğer duyuları güçlendirerek denge kurar. Bu durum, nörolojik adaptasyonun bir örneğidir. Dokunma, işitme ve koku duyuları; çevrenin zihinsel bir haritasını oluşturmakta birincil araç haline gelir.
Araştırmalar göstermektedir ki, doğuştan görme engelli bireylerin beyinlerinde görsel korteks tamamen atıl kalmaz; aksine dokunsal ve işitsel bilgiyi işlemeye başlar. Yani beyin görmeden de görebilir. Bu durum, insanın öğrenme kapasitesinin sınır tanımadığının en somut kanıtıdır.
Bir görme engelli birey, yürürken adımlarının yankısından mekânın genişliğini hisseder; bir odanın duvarlarını dokunarak değil, sesin yankılanma biçimiyle algılar. Beyin, bu duyusal bilgileri birleştirerek çevrenin zihinsel modelini oluşturur — tıpkı bir bulmacayı parçalarından tamamlar gibi.
Duyuların Senfonisi: Çoklu Duyusal Entegrasyon
Bilişsel süreçlerin merkezinde, farklı duyulardan gelen bilgilerin bütünleştirilmesi vardır. Görme engelli bireylerde bu süreç, çoklu duyusal entegrasyon olarak işler.
Örneğin;
– Bastonun yere çarpma sesi, zeminin sertliği hakkında bilgi verir.
– Rüzgârın yönü, mekânsal konumu anlamada ipucu sağlar.
– İnsan seslerinin yoğunluğu, kalabalığın nerede olduğunu sezdirir.
Bu süreç, çevreyi “görsel olmadan” ama bir o kadar net biçimde tanımayı mümkün kılar.
Duygusal Psikoloji Perspektifi: Görmeden Hissetmenin Derinliği
Bir görme engelli bireyin dünyayı tanıma biçimi yalnızca bilişsel bir süreç değildir; aynı zamanda derin bir duygusal deneyimdir. Görsel uyaranların yokluğu, duygusal farkındalığı artırabilir. Sesin tınısı, birinin dokunuşu ya da sessizliğin kendisi, güçlü bir duygusal anlam taşır.
Empati burada kilit bir kavramdır. Görme engelli birey, çevresini anlamak için insanların ses tonlarına, duygusal ifadelerine ve enerjilerine daha duyarlı hale gelir. Birinin gülüşündeki samimiyeti, konuşmasındaki tedirginliği, sessizliğindeki düşünceleri fark eder. Bu, görmeden hissedilen bir “duygusal görüdür.”
Psikolojik araştırmalar, görme engelli bireylerin duygusal zekâlarının genellikle yüksek olduğunu göstermektedir. Çünkü duygusal bilgi, görsel imajlardan çok daha derin bir sezgiyle işlenir. Bu durum, insanın dünyayı sadece gözlerle değil; kalple de algılayabildiğinin güçlü bir kanıtıdır.
Sosyal Psikoloji Perspektifi: Toplumla Etkileşimin Görünmeyen Dinamikleri
Görme engelli bireylerin çevreyi tanıma süreci aynı zamanda sosyal bir süreçtir. Toplumsal etkileşim, çevreyi anlamlandırmanın önemli bir parçasıdır. İnsanlarla iletişim, mekânı, kültürü ve sosyal rolleri anlamanın temel aracıdır.
Ancak toplumun tutumları bu süreci kolaylaştırabileceği gibi zorlaştırabilir de. Empati kurmayan, aşırı korumacı ya da dışlayıcı yaklaşımlar bireyin çevreyle kurduğu psikolojik bağı zedeleyebilir. Bu nedenle, kapsayıcı toplumsal tutum ve psikolojik destek büyük önem taşır.
Bir görme engelli birey için çevre, sadece fiziksel bir alan değil; sosyal etkileşimlerin şekillendirdiği bir anlam dünyasıdır. Bu dünyayı tanımak, duyular kadar ilişkilerin kalitesiyle de ilgilidir.
Toplumsal Öğrenme ve Destekleyici Çevre
Bandura’nın sosyal öğrenme kuramı bu bağlamda yol göstericidir. Birey, çevresini gözlem, taklit ve etkileşim yoluyla öğrenir. Görme engelli bireylerde “gözlem” yerini dinleme, hissetme ve anlatıya bırakır. Bu süreçte toplumun, özellikle de eğitmenlerin, rehberlerin ve ailelerin desteği belirleyici olur.
Görme engelli bireylerin çevreyi tanıması, bireysel bir çabanın ötesinde, sosyal bir bütünlüğün ürünüdür. Destekleyici bir çevre, bireyin öz güvenini artırır; çevresini tanıma sürecini daha anlamlı hale getirir.
Kendimize Sormalıyız
– Çevreyi tanımak için gerçekten görmeye mi ihtiyacımız var?
– Biz görebildiğimiz halde, ne kadar “fark ediyoruz”?
– Duyularımızdan hangisine en az güveniyoruz, neden?
– Empati, bir tür görme biçimi olabilir mi?
Sonuç
Görme engelli bir bireyin çevreyi tanıma süreci, insan zihninin ve duygularının olağanüstü uyum kapasitesini gösterir. Görmeden görmek; duymak, dokunmak, hissetmek ve anlam kurmaktır. Bu süreç, bilişsel zekânın, duygusal derinliğin ve sosyal bağların birleştiği güçlü bir psikolojik deneyimdir.
Görme, sadece bir duyudan ibaret değildir — bazen kalbin, zihnin ve insan ruhunun birlikte “görme” biçimidir. Ve belki de en derin algı, gözle değil; hissederek başlar.